Bebek dünyaya geldiğinde bir kendilik algısı yoktur. Annesi ile –hatta annesinin memesi ile-kendisini ayrıştıramaz. “Öteki” kavramı oluşmamıştır. Anne ile bebek neredeyse hamilelikteki gibi bir simbiyoz olurlar. Babalar da genellikle bu ilk 1-2 ayda bu ikilinin dışındadır. İnsanoğlunun “ben” algısı, ayrılık ve ayrılığa tepki olarak geliştirilen fantezilerle ama daha da önemlisi “babalık işlevi” ile oluşur.
(0-1 Yaş)
Bebek de anne de birkaç ay birbirine bağımlı gibidir. Anne her an bebeği düşünür. Kendisi olmaktan çıkmış, yalnızca bebeğinin annesi olmuştur. Bebeğin de yeni doğduğunda hayattan aldığı zevk yalnızca annesini emmektir. Bir benliği yoktur. Yalnızca iyi deneyimler ve kötü deneyimler vardır. Anne memesinin sağladığı doyurucu ılık süt iyi deneyim, açlık veya ağrı, sancı kötü deneyimler… Belli bir süre hayat bundan ibarettir. Ancak ne anne için ne de bebek için bu mümkün değildir. Hayatın gerekliliğidir ayrı düşmek.
Bebek hazzı ertelemek zorunda kalmaya başladığında; mesela bebek acıkıp ağladığında annenin saniyeler içinde yetişememesi durumunda fantezi kurmaya başlar. Hayal eder yani. Doyurulduğunu, ılık sütün genzinden aktığını düşlemeye başlar. İşte bu düşlem kapasitesini ve ayrışmayı sağlar. Bebek yavaş yavaş ayırır. “Bir öteki var ve iyi deneyimleri bana o sağlıyor”.
İşte tam bu noktada “sevgilinin sansürü” hem anneyi, hem de bebeği daha da ayrışmaya ve dolayısıyla gelişmeye iter. Sevgilinin sansürü, yani kadının sevgilisinin, bebeğin babasının da bu ilişkiye dahil olması… Bebek 2-3 aylıkken düşlem kapasitesi, kendini sakinleştirme kapasitesi de arttıkça annenin de aklına tekrar kocası düşer. Yavaş yavaş aklına bebeği dışında eski hayatındaki önem verdikleri de gelmeye başlar. Yeniden cinselliği arzular. Bu sayede bebeğin benlik gelişimi, hazzı daha da çok erteleyebilmesi ile daha da gelişir.
İlerideki dönemlerde en az benlik gelişimi kadar önemli birçok yaşamsal işlevin kazanılmasında da babalık işlevi önemli olacaktır.